İhtilal kavramı çağdaş tarih araştırmalarındaki yerini 17. yy.da İngiliz ihtilali ile alır. Karşı koyma, hoşnutsuzluk, siyasi ve toplumsal değişim gibi kavramlar Batıda kendisini, bin yıl boyunca dinî çerçevede ifade etmişti. Buna karşın Fransız İhtilali Batı tarihinde ilk defa dünyevi ve din dışı alanda bir devrim olma özelliğini taşıyordu. Fransız ihtilali temelde, 17. yüzyılın ortasından itibaren insanların birbirinden bir üstünlüğü ya da farkı olmadığı; herkesin aynı haklara sahip olduğu ilkesi benimsenme sürecine dayalıdır. Bu ilkeye artık sosyal adalet adı veriliyordu. Sürecin sonunda modern zamanlarda siyasal ve toplumsal bir düzenin tamamen ve şiddet yoluyla bertaraf edilmesinin ilk örneği yaşandı. Bu İhtilal modern tarihsel gelişmeler üzerinde üç aşamada etki bırakmıştı. Hürriyet ve eşitliği bireyin temel hakları olarak kabul edilmesi; bu kabulün siyasi eylemin hedefi hâline getirilmesi ve sonuç olarak da iktidarın değişmesi... Böylece bireysel haklar ön plana çıkmış, geleneksel toplumun kabul ve değerlerine karşı hareket meşru hâle gelmişti. Bu süreç temelde insanın kendi eylemlerinin faili olarak kabul edilmesi ve bireysel özgürleşmenin özünü oluşturmaktaydı. Fransız İhtilali yine bilinçli maksatla değil ama sonuç bakımından iktisadi verimlilik kavramını da insan ilişkilerinde yeni ve merkezi bir konuma taşıdı. Geleneksel üretim biçimlerinde pek gözükmeyen verimlilik sosyal ve ekonomik alanda ana hedef olmaya başladı. Fransız ve Sanayi devriminin devamında insan, birey ve iktisadi faaliyetleri ile devletin servet ve gücünün temelini oluşturan bireylerden meydana gelen bir grup olarak, iktidar ve nüfuz sahibi mevkilere yükseliyordu. Devletin esas vazifesi de bu faaliyetlerin kesintisiz ilerlemesini sağlamak için uygun olan bağımsızlık koşullarını yaratıp sürdürmekti.
Tüm bu gelişmeler üzerine Marx, 1840'lı yıllarda sistemini daha ayrıntılı bir biçimde açıklamaya başlarken kendinden önceki bütün ihtilalci geleneklerin mirasından faydalandı. Eşitlik, özgürlük, emek gücü gibi kavramlar proletaryayı idealleştirme sürecinde ifadesini bulurken ilerlemeye yönelik ihtilalci inanç da tarihin itici gücü olarak görülmeye ve bir başka anlayışla birleştirilerek ilk ihtilal teorisini oluşturdu. Marx, üretimi temel iktisadi bir faaliyet olarak değerlendirip diğer tüm kategorilerin ikinci planda kaldığını belirterek sırtını aydınlanma düşünürlerine ve klasik iktisatçılara dayandırmıştı. Geleceğin anahtarının sanayi işçisinin ellerinde olduğu görüldüğünden köylülere artık çağdışı kalmış bir üretici muamelesi yapılıyordu. Marx, üretim tarzının toplumu teşkil eden en önemli ögelerden biri olduğunu düşünüyor "ihtilalin amacı ve özü üretim şeklini değiştirmektir" diyordu. Yani proletaryanın görevi toplam üretim güçlerini en kısa sürede artırmak idi. Bütün bunlar Avrupa'nın merkezi ve sanayileşmiş bölgelerinde tartışılırken İhtilal bambaşka bir yerde patlak verdi. Ağırlıklı olarak feodal gelenekleri sürdüren köylü bir toplumun yaşadığı ülke olmasına rağmen Rusya bu hayalin gerçekleşme zemini oldu.
Başlangıçta dünya tarihini bu kadar etkileyeceği beklenmese de sonuçları itibariyle Rus ihtilali sadece Avrupa'yı ve Asya'yı değil tüm dünyayı oldukça derinden etkiledi. Fransız İhtilalinin ardında bireylerin birbiriyle eşit olduğu önermesi yatarken Sovyet İhtilalinde, çok toplumlu olmanın bir sonucu olarak "halkların eşitliği" vurgusu daha fazla ön plana çıktı. Tüm dünyaya böyle yansıtılınca da bu düşünce ve inanç, milletlerin bağımsız kalması için en az bireylerin özgürlüğü kadar hayati ve heyecan verici bir hedef hâle geldi. Bu anlayış ve beraberinde getirdiği politik tutumlar, Fransız ihtilalinden sonra 19. ve 20. yüzyıllarda tüm dünya tarihini etkileyen önemli bir dinamik unsur oldu. Marx, sonuçta sınıfsız ve milletsiz bir dünya hedefini desteklese de sömürge altındaki milletlerin "özgür kalmasını" devrime giden yolda bir kilometre taşı olarak gördü. Hindistan ve Çin'le başlayan ilgi odakları 19. yy.da Asya ve Afrika'nın sömürge altındaki tüm geri kalmış halkları için özgürlük ateşi hâline dönüştü. 19. yüzyılın son çeyreği boyunca Avrupalı güçlerin diğer kıtalar üzerinde kurduğu şiddetli ticari ve siyasi nüfuzdan kurtulmak için özgürlük ve halkların kardeşliği fikirleri önemli bir araç oldu.
Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı buhranlı ortamda yeşeren İhtilal, savaş sonunda tüm bağımsızlık mücadelesi veren ülkelerin desteğine koşarken Avrupa'nın ortasında savaşın küllerinden yeni otoriter devletler çıkmaya ve yeni kamplar oluşmaya başladı. Nazi Almayasının yayılmacı tutumlarına karşı Sovyet bloğu da ekonomik, teknolojik ve siyasi alanda savaş hazırlıklarına başladı. Kaçınılmaz savaşın sonunda Sovyetler daha güçlü ve muzaffer çıkarken savaşta ve sonrasında tüm Sovyet ülkelerinde uygulanan savaş ekonomisi ve baskıcı politikalar acımasız tehcirleri, sürgünleri beraberinde getirdi. Stalinist politikalar hem partiye hem de Sovyet yönetimlerine egemen olurken artık halkların eşitliği ve kardeşliğinden bahsedilmez oldu.
İhtilal sonrası yapılanmada doğal olarak Çarlık Rusyasının ana vatanı ile iki yüz yıllık hegemonya bölgesi ilk hedef olarak belirdi. Çok geçmeden tüm Çar egemenliğindeki bölgelerin kadim yerleşim merkezlerinde parti ve sendikalar örgütlenerek feodal gelenek ve monarşiye karşı eşitlikçi bir yönetim olarak ortaya çıkan ihtilalin yanında yer aldı. İhtilalin öncüleri eşitlik, özgürlük ve halkların kardeşliği ekseninde kendilerine geniş taraftar bulmakta gecikmedi. Bu taraftarların çoğu topraksız köylü ailelerden gelen gençlerdi. İhtilalin siyasi safahatı bir yana Sovyet rejimi teşkil eder etmez her yerde planlı bir değişim ve dönüşüm faaliyetine girişti. Sistemin önemli hedefi üretimi artırmak için tüm toplumsal grupların planlı bir şekilde üretime dâhil edilmesinin sağlayacak radikal adımları atmaktı. Dönüşüm için temel üretim araçları kamulaştırılırken halkların kardeşliği ve öncekine göre daha çok söz sahibi olma argümanları yaygın bir şekilde kullanıldı. Sonuç olarak geliştirilen yerel politikalarla birlikte nüfus, tarım, kentleşme ve sanayileşme gibi pek çok alanda Türkler Sovyet çatısı altında sürece dâhil oldu. Bu katılım da günümüzdeki kimliklerin oluşmasında önemli bir rol oynadı. Marksist devrimin temel argümanlarından biri olarak din ve geleneksel toplum yapısı dışlanırken seküler ve komünal bir toplumsal örgütlenme biçimi yaygınlaştırıldı; modernleşme de bu sürecin bir parçası oldu. Dahası değişim süreci beraberinde bazen ulusal/yerel kimlikleri ön plana çıkartan çoğu zaman da proleter söylemlerle kültür, sanat ve edebiyat akımlarıyla bilimsel gelişmelerin farklı bir biçimde şekillenmesine imkân verdi.
Sovyet değişim süreci kadim Türk mirasının egemen olduğu coğrafyaların önemli bir kısmında etkin oldu. Sibirya'dan Balkanlara, Uzak Asya'dan Anadolu'ya kadar Türk halklarının yaşadıkları coğrafya bu dönüşümün önemli bir parçası hâline geldi. Sovyet ideolojisi ve uygulamaları bu coğrafyada geleneksel yönetim, üretim ve toplumsal örgütlenme biçimlerini tamamen değiştirerek yeni bir forma soktu. Fakat aradan geçen zaman sistemin işleyişini imkânsız hâle getiren gelişmelere sahne oldu ve Sovyet sistemi girdiği Soğuk Savaş atmosferinin de etkisi ile dağılma sürecine girdi. Dağılma ve bunun getirdiği değişim süreci bazı bölgelerde sancılı ve karşı devrimlere sahne olurken kimi ülke ve coğrafyalarda daha sükûnet içerisinde gerçekleşti. Glasnost' ve Perestroyka adıyla yaşanan süreçten sonra tüm eski Sovyet ülkelerinde yeniden bir zihinsel dönüşüm başladı. Sovyet altyapısı üzerine kapitalist ekonomik düzenin parametreleri yerleşmeye başladı. Değişim ve estirdiği rüzgârlar devam ederken dipte ve daha derinde varlığını koruyan Sovyet ideolojisi ile davranış biçimleri yaşamaya devam etti. İşte günümüzden tam 150 yıl önce ilk fikrî temelleri Avrupa'da atılan; 100 yıl önce farklı bir coğrafyada ihtilale dönüşen Sovyet ideolojisi ve yönetim sisteminin değişim evrelerini görmek, Sovyet sisteminde yaşayan halkların durumunu anlamaya çalışmak; her bir bölgede meydana gelen farklılaşma ve dönüşümleri izlemek, yaratılan toplumsal, siyasal ve ekonomik düzeni günümüz ve gelecek açısından akademik çerçevede değerlendirmek, yerli ve yabancı bilim adamlarıyla bunu tarihsel, kültürel ve sosyolojik açıdan tartışmak sempozyumun temel amaçları arasındadır.
Jülyen Takvime göre 25 Ekim 1917 (Miladi 7 Kasım 1917) tarihinde gerçekleşen ve Ekim Devrimi, Bolşevik Devrimi, Rus Devrimi gibi adlarla anılagelen Sovyet İhtilali kabul edilsin edilmesin etkileri tüm dünyada görülmüştür. Bu etki, bölgede yaşayan Türkler ve çevredeki Türk dünyası tarafından doğrudan yaşandı ve tecrübe edildi. Bu tecrübenin izleri günümüz Türk dünyasının her köşesinde görülmektedir.
Tüm bu gerekçelerle İhtilalin 100. yılı münasebetiyle ve aradan sağlıklı bir değerlendirme yapacak kadar zamanın geçmiş olması da dikkate alınarak, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Sovyet İhtilalinin Türk dünyası üzerindeki başta kültürel, ekonomik, politik vb. yönlerden olmak üzere etkilerini Türkiyat Araştırmaları disiplini çerçevesinde böyle bir sempozyum düzenlemeyi planlamıştır. Amaç İhtilalin sebep, süreç ve sonuçlarını bilimsel olarak tartışmak, etkilerini tüm yönleriyle müzakere ederek bilimsel bir çerçevede bilim dünyası ile paylaşmaktır. Çuvaş, Tatar, Başkurt, Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Azeri Türkleri gibi görece nüfus bakımından çok sayıdaki Türk topluluklarının yanı sıra az sayılı Türk topluluklarının da dilsel, tarihsel ve kültürel değişimleri ve Sovyet ihtilalinin bu değişimler üzerindeki etkisi sempozyumda tartışılacak öncelikli konular arasındadır. "100. Yılında Sovyet İhtilali ve Türk Dünyası" konulu 6. Uluslararası Türkiyat Araştırmaları Sempozyumuna bu alanda çalışmalar yürüten akademisyenlerin katılımı beklenmektedir. Böylece Doğu Avrupa'dan Uzak Asya'ya kadar geniş bir coğrafyada varlığını sürdürmekte olan Türk topluluklarının Sovyet İhtilali sonucunda dil, kültür, tarih ve diğer pek çok bakımdan geçirdikleri değişim süreci bütüncül bir perspektif ve disiplinlerarası yaklaşımla karşılaştırmalı bir yöntem çerçevesinde ele alınmış olacaktır.